Brighton Günlüğüm: ”Eylül Huzuru Tadında Yaşamak”
İngiltere’de 6 ay dil eğitimine gittiğim Brighton’da başımdan geçen anıları aktardığım Brighton günlüğüm:
Eylül huzuru tadında yaşamak
1. Yurtdışında eğitim almanın en çarpıcı tarafı..
25 yaşından sonra sıfırdan kendini insanlara anlatabilme fırsatı bulmanın tarif edilemez mutluluğu.. Sanırım benim için yurtdışında eğitim almanın en çarpıcı tarafı bu oldu. Hiç kimse beni tanımıyordu, ben kimseyi tanımıyordum ve ortada kendimizi anlatabileceğimiz ortak tek bir dil vardı “İngilizce!!”. İşte tam da o zaman insan kendi kendine “yok artık resmen beni anlıyorlar” falan demeye başlıyor.
2. Uçuş sonrası, mühim yerdeydim..
İlk uçaktan indiğim an tabi ki herkes gibi ben de “nereye düştük ya geçer mi burada 6 ay dedim”. Ama kolumdaki saati 2 saat geri alarak artık Türkiye’de olmadığımın bilincine vardım ve sırt çantamı yüklenip pasaport kontrolüne gittim. Hani şu Cem Yılmaz’ın “What is your purpose of visit?” (Cem Yılmaz aksanıyla ‘Vatç yor pörpiç of bijit’) diye dalga geçtiği mühim yerdeydim.
Hiç de öyle abartıldığı gibi bir karşılama olmadı. Gayet açıkça her şeyin belli olduğu evraklarımı adama verdim kontrol etti ve sadece ne kadar eğitim alacağımı sordu o kadar. Sonrası “Next!”..
3. Bu maceranın her bir ilmeğini tek başıma atmalıydım!
Geri kalan valizlerimi de aldıktan sonra, sıra Brighton’a gitmek için bineceğim otobüs biletini almaya geldi. Tabi ben öyle karşılama falan alacak insan değildim. Kaybolursam da kaybolurum diye hareket ettim. Elbet bir çözüm bulacağımdan emindim ve bu maceranın her bir ilmeğini tek başıma atmalıydım. Ki öyle de oldu zaten.. Sorunsuz bir şekilde biletimi aldım ve ilk defa sağ taraftan, siyahi bir adam tarafından sürülen otobüse bindim. Let’s go to Brighton!!!
4. Konuşamıyorum triplerine girmeye gerek yokmuş..
Hani şu İngiltere yağmuruyla meşhur ya.. İşte o meşhur yağmur beni daha ilk günden karşıladı. Brighton’a yaklaşık 1 saat sonunda geldim ve deli gibi yağan yağmurdan dolayı sokakta bir tek insan dahi yoktu. Ben sırılsıklam olmuş, gözlüklerim yağmur damlalarından dolayı bir işe yaramıyor ve yer yer buhar yapıyor durumdayken otobüsten birlikte indiğim kadından benim içinde taksi çağırmasını rica ettim. Fakat tüm taksiler meşguldü. Bu nedenle cadde üzerine çıkıp yoldan geçen taksiyi çevirmeliydim. Neyse ki fazla beklemeden hemen bir taksi geldi ve elimdeki adresi şoföre uzatarak “beni buraya götürün, İngilizce fazla konuşamıyorum ilk günüm” dedim. Oysa ki bunları İngilizce söylüyordum ve karşımdaki adam beni gayet anlıyordu. Demek ki neymiş öyle konuşamıyorum falan triplerine girmeye gerek yokmuş. Brighton, farklı ülkelerden İngilizce eğitim almak için gelen öğrencilere o kadar alışık ki taksi şoföründen başlamıştı insanların bana bir şeyler öğretmeye çabalamaları.
5. Hayalini kurduğum ülkeye yerleşiyorum..
Kibar taksi şoförüm beni verdiğim adresime götürdü, kapıyı çaldı ve valizlerimi içeriye kadar taşıyarak beni tam anlamıyla elleriyle aileme teslim etti. Bana verilmiş olan bilgiler doğrultusunda “stalk yaparak” yanında kalacağım ailenin nasıl birileri olduğunu sosyal ağlar sayesinde biraz öğrenmeye çalışmıştım. Ve kapıyı fotoğraflarda gördüğüm küçük oğlu Micheal açtı. Bana odamı gösterdi ve ilk sorduğum sorular “Su içebilir miyim? Wifi adresiniz nedir?” oldu. Bir şekilde aileme haber vermeliydim artık aylardır hayalini kurduğum ülkede olduğumu. Güzel haberi verdim, valizlerimi dolabıma yerleştirdim ve sıra deli gibi yağan yağmurun ardından açan güneşle çıkan gökkuşağının keyfini çıkarmaya geldi. Google map’ten gitmeden önce evimin ve okulumun olduğu yerdeki hemen hemen tüm sokaklara bakmıştım. Bu nedenle dışarıya biraz keşfe çıktığımda çok da zorlanmadım neyin nerede olduğunu bulmak konusunda.
6. Yaşlı teyzeyi anlamamak beni inanılmaz üzüyordu..
İlk yemeğimi asıl ev sahibim tatilde olduğu için annesi hazırladı. Tam anlamıyla tv’lerde ve İngilizce ders kitaplarında gördüğümüz yaşlı, bembeyaz saçlı, incecik ve hafif titreyerek çok karmaşık konuşan bir İngiliz hanımefendisiydi. Dediklerinin çoğunu anlamıyordum ve bu beni inanılmaz üzüyordu. Fakat sonra anladım ki sorun bende değil teyzemizdeymiş. Yaşlı olduğu için daha kısık sesle konuşuyor ve gereğinden zor cümleler kuruyormuş. Ertesi gün ev sahibimin büyük oğlu Rikki geldi de biraz moralimi yerine getirdi. Bana hemen bir pub’a gidip İngilizlerle arkadaşlık kurmamı tavsiye etti. Bir biradan sonra çok daha rahat olacağımı ve daha rahat konuşabileceğimi söyledi. Ve cidden bu durum bu şekilde işledi.
7. Ev sahibi Linda, 10 yıllık deneyimiyle bana çok yardımcı oldu..
2 gün sonra benim esas ev sahibim Linda geldi ve öğrenci ağırlama konusunda 10 yıllık bir deneyimi olduğu için bana çok yardımcı oldu. Şu herkesin dediği pis, öğrencilerle konuşmayan, soğuk İngiliz ailelerden biri değillerdi. Benimle gayet iyi anlaşmaya başladılar ve bana bir şeyler öğretmek için sürekli çaba gösterdiler.
8. Evim okula uzak olsa da konaklamamı değiştirmedim..
Evim okula biraz uzak olmasına karşın (yaklaşık 25dk otobüsle) farklı bir eve taşınmadım. Çünkü eğer farklı bir eve taşınsaydım ev arkadaşlarım muhtemelen farklı ülkelerden gelmiş benim gibi çok iyi İngilizce bilmeyen insanlar olacaktı. Bu nedenle elimdeki bu güzel şansı riske atmak istemedim. Çünkü dışarıda native English speaker birini bulmak kolay ama onunla arkadaşlık kurmak çok daha zordu. Zor dedikleri o İngiliz aksanı bu sayede bana hiç de zor gelmiyordu çünkü yaşadığım insanlar İngilizlerdi.
9. Christmas heyecanlarına ortak olmak, yabancı dizilerde gibi hissettirdi..
Benim en büyük şanslarımdan biri de Chirstmas’ı kalabalık bir İngiliz aile ile yaşamak oldu. Her şeylerini büyük bir dikkatle izledim ve gerçekten çok farklı gelenekleri vardı. Dizi ya da filmlerde gördüğümüz karelerin içerisindeydim ve onlarla aynı şeyleri yaşıyordum. Bu kesinlikle müthiş bir deneyimdi. Onların heyecanına, sevincine ve anılarına ortak oluyordum. Mesela hala saat 15:00’de hep birlikte tv karşısına geçerek kraliçeyi izlemeleri ve sonrasında neşeyle zengin masalarına oturuşları gözümün önünde.
10. Tabi ki her günüm öyle çok da güzel geçmedi..
Yaşadığım en büyük sorun evimi değiştirmek zorunda kalmam oldu.. Üstelik de 3 gün içerisinde.. Okulun bana ayarlamış olduğu aile ile maalesef 4 ay kalabildim. 4.ayın sonunda ev sahibim psikolojik bir rahatsızlık yaşadığı için bana taşınmam gerektiğini söylediler. Oysaki ben ailemden çok memnundum ve çok iyi geçiniyorduk. Ama ortada bir sağlık problemi vardı ve benim geriye 2 ayım kalmıştı. Bu son 2 ayı sağlık problemi olan bir aile bireyi ile geçirmem benim zararıma olacaktı.
11. Brighton'a yeni gelmişim gibi her şey sıfırlanmıştı..
Mantıklı olanı yaptım ve internetten kendi başıma, okulun yardımını kabul etmeyerek farklı bir İngiliz aile buldum (gumtree.com). Daha doğrusu sadece köpeğiyle yaşayan ana sınıfı öğretmeni bir İngiliz kadın buldum. Ve ertesi gün hiç tanımadığım, kimsenin referansı olmayan bir kadının yanına eski ev sahibimin kocasının yardımıyla taşındım. Sanki Brighton’a yeniden gelmişim gibi her şey sıfırlanmıştı. Ama dünya tatlısı 2.ev sahibim Mandy beni hemen etkisi altına aldı ve iyi ki taşınmak zorunda kalmışım ve diğer bir İngiliz aileyi tanımışım dedim. Sadece bu dönemde anladım ki farklı bir dilde eğlenmek çok kolay ama bu tarz bir sorun olduğunda kültürel farklılık çok ortaya çıkıyor. Ama yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmadım. Çünkü bunun da üstesinden geldiğimi gördüm.
12. Gelelim bu şehrin bir de sosyallik boyutuna..
İstanbul’da yetişmiş İzmir’de üniversite hayatını yaşamış biri olan ben yine de daima sakinlikten yana tercihlerimi yapmaya çalıştım. Belki de bu nedenle Londra bana bir türlü samimi gelemedi. Londra’dan Brighton’a döndüğüm her zaman ”iyi ki bu şehri seçmişim” dedim defalarca. Hemen hemen her milletten insanı barındırıyor olmasına rağmen kendine has bir havası var bu şehrin.
Brighton’da sıkıldığım zamanlar hoop deniz kenarına atıyordum kendimi ve başlıyordum martılarla denizin sesini dinlemeye. Üstelik eğer hava güzelse ücretsiz canlı müzikte cabası.
13. Brighton'ın gece hayatı..
Brighton, her türlü kitleye hitap edebilecek pub ve clublarla sarılı. Ben genelde daha nezih ortamlar olduğunu düşündüğüm için pubları tercih ederdim. Çünkü publarda İngilizlerin geleneklerine, alışkanlıklarına ve günlük yaşamına daha çok tanık olabiliyordum. Ama Perşembe-Cuma ve Cumartesi sabaha kadar eğlence bir zamandan sonra gelenekselleşiyor orada. Ulaşım konusunda da Perşembe’den Cumartesi’ye gece sabah 4’lere kadar otobüs olduğu için, insan ister istemez bir clubtan çıkarken buluyor kendini.
14. Dünyanın her yerinden edinilen arkadaşlıklara değinmeden olmaz..
Yurtdışında dil eğitimi almaktan bahsedip de dünyanın her yerinden edinilen arkadaşlıklara değinmeden olmaz. Gerçekten bu çok harika bir duygu.. Dünya ne kadar da ufak diyor insan kendi kendine. Ve bilmediğim o kadar çok şey öğrendim ki. Mesela yeni yılı Aralık’ta kutlamaya başladık son olarak Şubat’ta Koreli arkadaşlarımız için de kutlayarak bitirdik. Herkesin farklı farklı alışkanlıkları vardı ve zamanla direk hangi ülkeden geliyorsa ona göre nasıl davranılması gerektiğini öğrenmiştik.
15. 11 farklı dilde doğum günü kutlaması..
Kuşkusuz insanın kendini en özel hissettiği gündür doğum günleri. Ve ben bu günü 11 farklı kültürden olan arkadaşlarımla birlikte kutladım. Gece yarısı en son hatırladığım, herkesin aynı anda kendi dilinden hep birlikte ”happy birthday” şarkısını söylüyor olmalarıydı. Gerçekten unutulmaz ve sahip olunması zor bir andı. Ben de tabi tadını çıkardım sonuna kadar.
16. Brighton'ın çılgın otobüs şoförleri..
Brighton’daki otobüs şoförlerini anmadan olmaz. Artık neyin kafasını yaşıyorlar nasıl bu kadar kibar ve güler yüzlü olabiliyorlar anlamıyordum ama insan her otobüse bindiğinde mutlu olur mu? Ben oluyordum.. Çünkü güler yüzle karşılayıp, neredeyse inerken öpecekler gibi iyi dileklerde bulunuyorlardı. Christmas haftası noel baba kıyafeti giyinip otobüs sürmeleri, 14 Şubatta pembe gözlük takıp karşılamaları vs. Anlatılmaz yaşanır, sırf bunu görmek için bile gidilir.
17. Her giden için ilk tavsiyem..
İlk gün nasıl geçer bu 6 ay dediğim o koskoca 6 ay geçmişti. Gitmeden önce arkadaşlarım ”bak çok çabuk geçiyor zaman, keyfini çıkar’’ demişlerdi de hayal edememiştim. Gerçekten çok çabuk geçiyor zaman. Ben her günümü kendi ilgi alanlarım doğrultusunda çok iyi değerlendirdim. İlk günde dahil olmak üzere hiçbir günümü aile özlemi ya da memleket özlemi çekerek boşa harcamadım. Şimdi her giden için de ilk tavsiyem o. Kültür şoku falan da yaşamadım. Türk bakkallarına gidip Türkçe konuşmayan tek Türk bendim sanırım.
18. İngilizce'yi hallettiğime göre, yeni hedefim..
Son olarak fırsatı olan herkesin kesinlikle yaşaması gereken bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Artık dünyanın ortak dili olan İngilizce’yi hallettiğime göre şimdi ki hedefim farklı kıtalarda ki diğer ülkeleri keşfetmek. Birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz var…